Zuhal Neccar’ın dünyasında kendi ışığı ile aydınlanan yüzler, varoluşun başlangıç anındaki saf ve soylu köklerine bakar gibidirler adeta. Fırçasının ucunda yaktığı ateşle kadim ruhları tutuşturan Neccar, zamanın dipsiz derinliğinden yükselen buruk bir sevginin sitemkâr yüzlerini sergiler gibidir sanki. Ancak bu sevgi hayatı geri çağıran bir dokunuş, kırılmayan bir duruş ve sabırlı bir bekleyiştir aynı zamanda. Bazen gürleyen bir pınardan doğan bir derenin, coşkulu müziğine kendini kaptırarak sürüklenen bir ilham perisinin çığlığı işitilirken, bazen de pınarları kurumuş eski ana tanrıçanın ortak hasreti ile tutuşan ruhların ezgileri duyulur tualden.
Zuhal Neccar’ın dünyasında yaşayan renkler ve çizgiler, gerçeğe öykünen figüratif taşıyıcılar değil de, gerçekliği keşfetmek için yola çıkmış sert dokunuşlardır. Parlak renkler ve keskin çizgiler, kararsız duygu ve düşünceleri hizaya sokmak ister gibidir adeta. O nedenle bir türlü yenişemeyen renkler ve çizgiler, kozmik okyanusta semaha kalkarak dengeyi bulurlar sonunda.
Neccar’ın dünyasında trajik aşkın vazgeçilemez o kadim çifti, yaşam ağacının kurumaya başlayan dallarında asılı kalmış olabilir bazen. O’nun dünyasında tüm özneler, egolarından sıyrılmış ve doğal köklerine dönmüş gibidirler. Bu nedenle korkularını atmış ve özgürlüklerini sırtlanmış görünürler. O’nlar birbirlerini izlemezler, ancak izlendiklerini izlerler. Zuhal Neccar’ın dünyası, kadim kültürlere yol veren bir mozaik olduğundan, O’nun fırçası insanın doğasından, doğanın insanına doğru koşmaktadır.
Zuhal Neccar`ın renkler dünyası; öznelerin, nesnelerin ve simgelerin dikkatle seçildiği ve özenle tasarlandığı bir olgular bütünüdür. Bu olgular gerçekliğe, bir öykünme değil gerçekliğin yalın bir dışavurumu ve onun dinamik bir ifadesidir. Olguları oluşturan figüratif zenginlik, hayatın ilk kaynağı ve dayanağı olan yeryüzü temelinde kurgulanmıştır. Bu tamamen insani bir dünyanın kurgusudur ve dünya ise yaşamın ta kendisidir. Bu kurgu öznelerin doğrudan kavranamayan gizli yönlerini açığa vurur. Hayatın hüznü ve sevinci bütün çeşitlerini yüzlerin içinden akıp giderken, zamanın derinliklerinden süzülerek şekillenen simgesel zenginlik de bu yüzlerin arasından akıp gider. Zuhal Neccar`da yeryüzü ilk yağmur damlalarını içen kuru bir toprak gibidir sanki .. İnsan bir ağaç gibi bu toprağa gömülüdür, ancak aynı zamanda bir bulut gibi gökyüzüne de yükselebilir. Fakat, gökyüzünü görebilmek için durgun suyun yüzeyine bakmak gerekir. Çünkü gökyüzü de toprak altındadır. O`nun resminde. Çünkü insanın kökleri toprak altındadır: İnsan her ne kadar doğanın ve tarihin zorunlu ve ortak sonucu olarak ortaya çıkıyorsa da, birbirlerine karşı kayıtsız gibi görünen yüzler kendi yalnızlıklarına dalmış gibidirler adeta.
Zuhal Neccar`ın resminde…. Zamanın simgesel düzeninin bütün parçalannı yerli yerine oturtmaya kararlı bir yüzün düşünceye dalmış ifadesi belirebilir:
… Birbirlerinden başka hiçbir şeyi olmayan sokak çocuklarının çok başına çaresizliği zaman zaman ortaya çıkabilir … O`nun resminde, tüm zamanları kendi rengine boyayan eski ana tanrıçanın kucağındaki sıcaklık sık sık hissedilebilir… Bazen, tarihin yol halısının altından yoksulluğun masum yüzleri çıkabilir…
.. Bazen, kaderini paylaştığımız bir ağaç, bir sabırtaşı gibi bütün dünyamızı kaplayabilir… Bazen de bir erkek bir kadını seyrederek kadın da seyredildiğini seyredebilir.
Kısaca, Zuhal Neccar`ın resmi bir çağrışımlar ve titreşimler dünyası… O`nun fırçası statik malzemeden dinamik hayatı üretmektedir.
Sadık Türksavaş